24 Aralık 2008 Çarşamba

Küçük İnsanlar Şehri



Küçük kız odasında, annesinin ona aldığı kitabını okumaktaydı. Yaşına göre ağır bir kitap okuyordu, kanlı savaş sahnesi kafasında yarattı heyacandan dolayı tırnaklarını yiyordu. Bammm!! içerden gelen sesle irkilerek kafasını kitaptan kaldırdı. Sonra annesinin bağıran sesini duydu. Kitabı bırakıp, içeri koştu. Ayıcıklı uzun geceleğinin eteklerine basmamak için tutatarak koşuyordu. Salonun kapısının girişinde durdu. Babası annesine bağrıyordu, her zamanki tanıdık görüntülerdi. Korkmuştu, babasından korkmuştu, küçük kardeşinin uyanıp onları böyle görmesinden korkmuştu, annesinin fırlatılan kül tablasından dolayı kanayan elinden korkmuştu. Ama kaçmadı, izlemeye devam etti. Babası annesinin üzerine yürüken dayanamadı bu sefer annesini korumak için koştu. Babasının pantolunun paçasına yapıştı. Annesinin , hareketini onaylmasını görmek için başını yukarı kaldırdığında büyük bir el yüzünü gölgeledi. Karanlık dağıldığında, halının püsküllerini hiç bu kadar yakından görmediğini düşündü. Yanağı yanıyordu, ama bu acı sorun değildi önemli olan içinde hissiteği acıydı. Boğazı düğümlendi ağlamamaya çalıştı ama olmadı gözyaşları bazen istemsiz hareket ediyordu. Bağırmalar devam ediyordu. Yerden kalkıp hızla odasına doğru koştu. Bu sefer eteğini değil yanağını tutuyordu. Kapıyı sertçe kapadı. Zihni çılgınca karanlıkta koşmaya devam etti. Bir ışık arıyordu, bir çıkış arıyordu, bağırmaları kesecek bir kılıç arıyordu, daha büyük olabilmeyi diliyordu. Zihninin karanlık koridorlarında koşmaya devam etti. Aralık bir kapı ardında bi ışık gördü, koşarak o kapıyı geçti ve arkasından sertçe kapadı şimdi bedeni odasındaki yatağın üstünde kızarmış yanağı, ıslak kirpikleri ve boş bakan gözleriyle oturuyordu.
Küçük kız yemyeşil bir vadiye bakan küçük bir tepenin üstündeydi. Vadinin sonunda küçücük bir kasaba olduğunu farketti. İçini bir huzur kapladı. geceliğinin eteklerinden tutatark yürümeye başladı. Ağaçlar, çalılar,rengarenk kuşlar, ağacın dalından onu izleyen küçük sincap ailesi hepsine küçük gülümsemeler bahşetti. Küçük parmaklarında oluşan çimen lekelerine küçük bir gülümseme, yanından geçen minik tavşana küçük bir gülümseme hiç bukadar çok gülümsemesi olmamıştı. Kasabanın girişine ulaştığıda ise şaşkınlığını gizleyemedi. Kasaba meydanı tıka basa doluydu. Pazarda yiyecek satanlar, egzotik hayvanlar satanlar, işleriyle uğraşanlar, fırından yeni çıkan emeğin kokusu ve herşeye rağmen birbirine gülümsiyen insanlar. Ve bu insanların en uzunun onun boyundan bile kısa olması. Koşuşturup oyun oynayan çocuklar ancak diz kapağına gelebilirdi. Sırtında küfe taşıtıyan bir adam onu farkketti sonra biri sonra biri daha hepsi kafasını ona çevirdi bir sessizlik oldu. Sonra birden herkez sevinç çığlıkları atmaya başladı. Ona doğru koştular, ona dokundular onunla konuşmaya çalıştılar, küçük hediyeler verdiler, uzun zamandır onu beklediklerini söyledirler, sürekli onunla ilgilendiler yüzlerinde bir kere olsun gülümsemeleri düşmeden.
Küçük insanlar şehrine geleli çok kısa bir süre olmasına rağmen, kız hayatı boyunca buraya aitmiş gibi hissediyordu. Geri dönmek istemiyordu. İlk bir kaç gün şehri keşfetmişti, istediğini yapmasına izin veriyorlardı. Tek bir kural vardı şehrin dışındaki yola gitmesi yasaktı. Orası şu anda ilgisini çekmemişti. Şehrin başkanın evinde kocaman bir odada kalıyordu, bir sürü oyuncağı ve kıyafeti vardı, her gün birileri ona bir hediye veriyordu ve gülümsüyordu. Kimse kimseyle kavga etmiyor, kimse sesini yükseltmiyor, kimse kimseyi aşalamıyor hep teşekkür ediyor, her kez mutlu mutlu mutlu yaşıyordu. Kimsede korku denilen duygu yoktu. Fakat her geçen gün kız bir gariplik olduğunu fark etti. Önceki gün fırıncının karısı ortadan kaybolmuştu ama kimse aldırmadı. Sonraki gün balıkçının çırağı, sonra kasabın kızı her gün tanıdığı biri ortadan kayboluyor ama kimse umursamıyordu. Onları sorduğunda artık çok fazla mutluluğu tattıklarını ve görevlerini yerine getirdiklerini söylüyordu. Tüm kasabada tek bir yaşlı insan olmamasıda dikkati çekmişti. Artık hediyelrden ve gülümsemelerden sıkılmıştı, içini kemiren bir sıkıntı vardı. Soruları arttıkça insanlar onla konuşmaktan kaçınmaya başladı, hergün birileri eksilmeye devam ettikçe başkaları yerine geliyordu. Bir gün dayanamadı ve şehir dışındaki yola gitmeye karar verdi. Sabah herkesden önce çıktı. Şehir dışındaki ikaz tabelalrını gözardı ederek yola koyuldu. Aynı parlak renkler aynı ağaçlar, çalılar çiçekler fakat yola devam ettikçe bir şey farketti. Renkler gittikçe soluyordu. Ağaç kuruyordu, sincaplar ağaç diplerinde cansız yatıyordu, garip görünüşlü korkunç tavşanlar ona hırlıyordu. Kız korkmaya başladı ama yola devam etti. Susamıştı acıkmıştı ama etrafta tek bir canlı göremiyordu. Bir su sesi duydu yoldan ayrılıp oraya yürüdüğünde karşısına bir nehir çıktı. Nehir kıpkırmızı akıyordu elini nehire soktu nehirde akanın kan olduğunu anladığında irkildi yola doğru koştu. Geri dönemezdi artık devam etmeliydi. Kısa süre sonra yol bitti yolun bitiminde devm bir kanyon vardı. kapkara bulutların üstünü örtüğü dibi sisili bir kanyon. kanyonun ortasında başları bulutların üstünde duran iki dev vardı. İki dev gardiyanın ortasında dizleri hizasında kocaman bir giyotin vardı. Vadiye inen yolda ise bir kuyruk oluşmuştu. Kuyrukta tadığı bir sürü küçük insan vardı. Hepsinin yüzünde çılgınca bir ifade ve kocaman gülümseler vardı. Kuyruk yavaş ve emin adımlarla giyotine ilerliyordu. Şrakkkk!!! bir adım daha Şırakkkk!! bir adımdaha kimse kaçmıyodu. Kız çok kormuştu. Elleri titriyordu. Giyotinin altında oluşan kan birikintisi küçük bir nehir gibi süzülüyordu. Kan, toprağı, ağaçları ,kuşları, sincapları, tavşanları ve küçük insanları besleyip onları mutlu ediyordu. Küçük insanlar da mutlulukları ve kendi kanlarıyla birbirini besliyordu. Kızın midesi bulandı gözleri doldu. Koşmaya başladı, okadar hızlı koşuyorduki etrafını sadece çizgiler halinde görebiliyordu. Zihninin koridorlarında koşmaya devam etti, buraya daha fazla dayanamazdı tüm güçlükleri herşeyi yenebilirdi, bağırmaları susturabilirdi ama burası için hiç birşey yapamazdı. Geri gitmeliydi, geri gidip büyümeyi beklemeli ve güçlü bir savaşçı gibi tüm zorlukları yenmeliydi. Aralık kapıdan aydınlığa geçti. Ama bu sefer kapıyı yavaşça kapadı.
Küçük kız odasında kitap okumaktaydı. Savaş bitmiş şövalyeler ellerindeki kılıçları havaya kaldırmış zafer şenliği hazırlıklarına başlamıştı. Salondan annesinin ve babasının bağırmaları devam ediyordu ama kız duymuyordu. KÜçük kız en güzel kıyafetini giymiş zafer şenliğini yönetmek için askerleri peşinde ilerliyordu.


""Küçük insanların Şehri Herzaman mutlu ve deli
Dev gardiyanların esareti kanla doldurur tüm nehirleri
Küçük insanların Şehri herzaman mutlu ve deli
Tanrı onlara bir giyotin gönderdi
Küçük İnsanların Şehri herzaman mutlu ve deli
Küçük kızın zihninde herzaman yaşamaya devam etti""

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder