25 Aralık 2008 Perşembe

Kuşların Konmadığı Ağaç


Yaş toprağın üstünde iki çift ayak ilerliyordu. Toprak sanki onları reddediyor gibi ayalarının altında eziliyor, kuru yapraklar parçalanıyordu. Ağaçların arasında ilerleyen biri ağır botlar giymiş,üstünde kareli bir gömlek ve kırmızı yeleğiyle ortama biraz daha uygunken, yanında ondan daha genç olan sanki etrafındaki bu doğallığa uyum sağlayamamış gibi duruyordu. Adam yolu ezbere biliyormuş gibi yere bakarak yürüyordu. Görünüşünde insanı rahatsız eden yanlış olan bir şey var olasına rağmen etrafıyla uyum içinde olması nedensiz bir güven veriyordu.. Daha genç olan ormanın yarattığı havaya uymuyor gibiydi. Sanki pikniğe giden çocuklar gibi hafif bir tebessümle etrafa bakarak ilerliyordu. . Adam bir ara hızlandı, çocuk yetişmek için adımlarını biraz daha büyük atmaya başladı. Sonra gözü ilerde bir yere takıldı durdu. Adam biraz ilerledikten sonra çocuğun durduğunu fark etti. Dönüp nereye doğru baktığını görünce hafifçe sırıttı. Çocuk biraz ilerdeki tepenin üstünde duran ölmeye yüz tutmuş ağaca doğru bakıyordu. Diğer ağaçlar güçlü ve sağlıklı olduklarını göstermek istercesine hafif rüzgarın etkisiyle hışırdarken bu ağaç yaşamaya çalışan son birkaç yaprağını toprağa kurban veriyordu. Çocuk kafasını çevirip diğer ağaçlara doğru baktı. Her ağaçtan kuşların cıvıldaşmaları yükselirken ölü ağaç soğuk bir sessizlik içerisindeydi. Merakla adama dönüp sordu “Bu ağacın diğerlerinden ne farkı var? Dikkat ettim de hiç kuş konmuyor.” Adam yüzünde hala hafif gülümsemesini kaybetmeyerek “ Gel yanına gidelim.” Dedi. Adam önde çocuk arkada ağaca doğru olan tepeyi yavaşça tırmanmaya başladılar. Adam arkasına bakmıyordu tek baktığı ağaçtı. Gözleri ışıldıyordu. Sanki baktığı çocuğuydu kendi kanında bir parçaydı. Çocuksa merak içinde bir adama bir ağaca bakıp diğer ağaçlardan farkının ne olduğunu düşünüyordu. Toprakla ilgili pek bir şey bilmese de birbirine yakın ağaçlarda bir sorun yoktu. Bir hastalık olsa diğer ağaçlara yayılacak kadar yakındaydı. Toprak aynı topraktı. Yağmur tepede olduğu için ağaç diğerlerine göre daha şanslıydı. Suyunu kesecek etrafta fazla ağaçta yoktu. Sorun tepede olmalı diye düşündü. Ağacın yanına geldiklerinde ağacın aslında baya büyük ve yaşlı olduğunu gördü. Etrafında büyükçe birkaç kaya vardı. Bir tarafında da bir kütük vardı. Kütüğün üstünde de küçük bir balta vardı fazla dikkatini çekemdi. Çocuğun o an tüm ilgisi ağaç üstündeydi. Ağaç yaşlı görünüyordu. Çocuk daha fazla dayanamadı. “Hadi anlat çok merak ettim bu ağacın öyküsü ne?” dedi. Adam ”Etrafına bak bir ağacın diğerlerinden ne farkı var?” dedi. Çocuk etrafına biraz daha bakındı sonra ağacın tam altındaki toprak dikkatini çekti.”Toprağı kırmızı gibi dedi ama neden?”dedi çocuk. Adam da bunu üstüne “Şurada toprağın üstüne çıkmış kökü görüyor musun işte o köke kulağını daya.” dedi. Çocuk biraz garipsedi. Tereddütte kaldığını gören adam “Sakın çekinme üstüm falan kirlenir diye eğil başka türlü anlayamasın.” Dedi. Kızmış ve sabırsız gibiydi.. Merakına ve adamın ses tonuna yenik düşen çocuk “Tamam eğiliyorum.” dedi ve eğilip kulağını köke dayadı. İlk başta bir şeyler duymaya çalıştı. Sonra duyduğunu zannetti ama gelen seslerin dışardan olduğunu fark etti. Toprağa yakın olduğu için sessizce ilerleyen ayak sesini duymuştu. Tam kafasını kökten kaldırıp” Hiçbir şey duyamıyorum.” dediği sırada gözlerini güneşin ışınlarını yansıtan bir demir kamaştırdı. Birkaç saniye sonra kafasının üstünde duran demirin neye ait olduğunu anladığında geç kalmıştı. Ona doğru gelen baltadan kaçacak vakti olmadı. Kafasını vücudundan ayıran o ses duyulduğunda yakındaki ağaçların hiç birinde tek bir kuş kalmamıştı. Adam hafifçe sırıtarak ağacın dibine ayaklarının arasında duran çocuğun onun için anlamsız olan bir parçası doğru bakarak. “Kuşlar, uzun zamandır toprağı kanla beslenen bu ağaca konmazlar” dedi.

24 Aralık 2008 Çarşamba

Küçük İnsanlar Şehri



Küçük kız odasında, annesinin ona aldığı kitabını okumaktaydı. Yaşına göre ağır bir kitap okuyordu, kanlı savaş sahnesi kafasında yarattı heyacandan dolayı tırnaklarını yiyordu. Bammm!! içerden gelen sesle irkilerek kafasını kitaptan kaldırdı. Sonra annesinin bağıran sesini duydu. Kitabı bırakıp, içeri koştu. Ayıcıklı uzun geceleğinin eteklerine basmamak için tutatarak koşuyordu. Salonun kapısının girişinde durdu. Babası annesine bağrıyordu, her zamanki tanıdık görüntülerdi. Korkmuştu, babasından korkmuştu, küçük kardeşinin uyanıp onları böyle görmesinden korkmuştu, annesinin fırlatılan kül tablasından dolayı kanayan elinden korkmuştu. Ama kaçmadı, izlemeye devam etti. Babası annesinin üzerine yürüken dayanamadı bu sefer annesini korumak için koştu. Babasının pantolunun paçasına yapıştı. Annesinin , hareketini onaylmasını görmek için başını yukarı kaldırdığında büyük bir el yüzünü gölgeledi. Karanlık dağıldığında, halının püsküllerini hiç bu kadar yakından görmediğini düşündü. Yanağı yanıyordu, ama bu acı sorun değildi önemli olan içinde hissiteği acıydı. Boğazı düğümlendi ağlamamaya çalıştı ama olmadı gözyaşları bazen istemsiz hareket ediyordu. Bağırmalar devam ediyordu. Yerden kalkıp hızla odasına doğru koştu. Bu sefer eteğini değil yanağını tutuyordu. Kapıyı sertçe kapadı. Zihni çılgınca karanlıkta koşmaya devam etti. Bir ışık arıyordu, bir çıkış arıyordu, bağırmaları kesecek bir kılıç arıyordu, daha büyük olabilmeyi diliyordu. Zihninin karanlık koridorlarında koşmaya devam etti. Aralık bir kapı ardında bi ışık gördü, koşarak o kapıyı geçti ve arkasından sertçe kapadı şimdi bedeni odasındaki yatağın üstünde kızarmış yanağı, ıslak kirpikleri ve boş bakan gözleriyle oturuyordu.
Küçük kız yemyeşil bir vadiye bakan küçük bir tepenin üstündeydi. Vadinin sonunda küçücük bir kasaba olduğunu farketti. İçini bir huzur kapladı. geceliğinin eteklerinden tutatark yürümeye başladı. Ağaçlar, çalılar,rengarenk kuşlar, ağacın dalından onu izleyen küçük sincap ailesi hepsine küçük gülümsemeler bahşetti. Küçük parmaklarında oluşan çimen lekelerine küçük bir gülümseme, yanından geçen minik tavşana küçük bir gülümseme hiç bukadar çok gülümsemesi olmamıştı. Kasabanın girişine ulaştığıda ise şaşkınlığını gizleyemedi. Kasaba meydanı tıka basa doluydu. Pazarda yiyecek satanlar, egzotik hayvanlar satanlar, işleriyle uğraşanlar, fırından yeni çıkan emeğin kokusu ve herşeye rağmen birbirine gülümsiyen insanlar. Ve bu insanların en uzunun onun boyundan bile kısa olması. Koşuşturup oyun oynayan çocuklar ancak diz kapağına gelebilirdi. Sırtında küfe taşıtıyan bir adam onu farkketti sonra biri sonra biri daha hepsi kafasını ona çevirdi bir sessizlik oldu. Sonra birden herkez sevinç çığlıkları atmaya başladı. Ona doğru koştular, ona dokundular onunla konuşmaya çalıştılar, küçük hediyeler verdiler, uzun zamandır onu beklediklerini söyledirler, sürekli onunla ilgilendiler yüzlerinde bir kere olsun gülümsemeleri düşmeden.
Küçük insanlar şehrine geleli çok kısa bir süre olmasına rağmen, kız hayatı boyunca buraya aitmiş gibi hissediyordu. Geri dönmek istemiyordu. İlk bir kaç gün şehri keşfetmişti, istediğini yapmasına izin veriyorlardı. Tek bir kural vardı şehrin dışındaki yola gitmesi yasaktı. Orası şu anda ilgisini çekmemişti. Şehrin başkanın evinde kocaman bir odada kalıyordu, bir sürü oyuncağı ve kıyafeti vardı, her gün birileri ona bir hediye veriyordu ve gülümsüyordu. Kimse kimseyle kavga etmiyor, kimse sesini yükseltmiyor, kimse kimseyi aşalamıyor hep teşekkür ediyor, her kez mutlu mutlu mutlu yaşıyordu. Kimsede korku denilen duygu yoktu. Fakat her geçen gün kız bir gariplik olduğunu fark etti. Önceki gün fırıncının karısı ortadan kaybolmuştu ama kimse aldırmadı. Sonraki gün balıkçının çırağı, sonra kasabın kızı her gün tanıdığı biri ortadan kayboluyor ama kimse umursamıyordu. Onları sorduğunda artık çok fazla mutluluğu tattıklarını ve görevlerini yerine getirdiklerini söylüyordu. Tüm kasabada tek bir yaşlı insan olmamasıda dikkati çekmişti. Artık hediyelrden ve gülümsemelerden sıkılmıştı, içini kemiren bir sıkıntı vardı. Soruları arttıkça insanlar onla konuşmaktan kaçınmaya başladı, hergün birileri eksilmeye devam ettikçe başkaları yerine geliyordu. Bir gün dayanamadı ve şehir dışındaki yola gitmeye karar verdi. Sabah herkesden önce çıktı. Şehir dışındaki ikaz tabelalrını gözardı ederek yola koyuldu. Aynı parlak renkler aynı ağaçlar, çalılar çiçekler fakat yola devam ettikçe bir şey farketti. Renkler gittikçe soluyordu. Ağaç kuruyordu, sincaplar ağaç diplerinde cansız yatıyordu, garip görünüşlü korkunç tavşanlar ona hırlıyordu. Kız korkmaya başladı ama yola devam etti. Susamıştı acıkmıştı ama etrafta tek bir canlı göremiyordu. Bir su sesi duydu yoldan ayrılıp oraya yürüdüğünde karşısına bir nehir çıktı. Nehir kıpkırmızı akıyordu elini nehire soktu nehirde akanın kan olduğunu anladığında irkildi yola doğru koştu. Geri dönemezdi artık devam etmeliydi. Kısa süre sonra yol bitti yolun bitiminde devm bir kanyon vardı. kapkara bulutların üstünü örtüğü dibi sisili bir kanyon. kanyonun ortasında başları bulutların üstünde duran iki dev vardı. İki dev gardiyanın ortasında dizleri hizasında kocaman bir giyotin vardı. Vadiye inen yolda ise bir kuyruk oluşmuştu. Kuyrukta tadığı bir sürü küçük insan vardı. Hepsinin yüzünde çılgınca bir ifade ve kocaman gülümseler vardı. Kuyruk yavaş ve emin adımlarla giyotine ilerliyordu. Şrakkkk!!! bir adım daha Şırakkkk!! bir adımdaha kimse kaçmıyodu. Kız çok kormuştu. Elleri titriyordu. Giyotinin altında oluşan kan birikintisi küçük bir nehir gibi süzülüyordu. Kan, toprağı, ağaçları ,kuşları, sincapları, tavşanları ve küçük insanları besleyip onları mutlu ediyordu. Küçük insanlar da mutlulukları ve kendi kanlarıyla birbirini besliyordu. Kızın midesi bulandı gözleri doldu. Koşmaya başladı, okadar hızlı koşuyorduki etrafını sadece çizgiler halinde görebiliyordu. Zihninin koridorlarında koşmaya devam etti, buraya daha fazla dayanamazdı tüm güçlükleri herşeyi yenebilirdi, bağırmaları susturabilirdi ama burası için hiç birşey yapamazdı. Geri gitmeliydi, geri gidip büyümeyi beklemeli ve güçlü bir savaşçı gibi tüm zorlukları yenmeliydi. Aralık kapıdan aydınlığa geçti. Ama bu sefer kapıyı yavaşça kapadı.
Küçük kız odasında kitap okumaktaydı. Savaş bitmiş şövalyeler ellerindeki kılıçları havaya kaldırmış zafer şenliği hazırlıklarına başlamıştı. Salondan annesinin ve babasının bağırmaları devam ediyordu ama kız duymuyordu. KÜçük kız en güzel kıyafetini giymiş zafer şenliğini yönetmek için askerleri peşinde ilerliyordu.


""Küçük insanların Şehri Herzaman mutlu ve deli
Dev gardiyanların esareti kanla doldurur tüm nehirleri
Küçük insanların Şehri herzaman mutlu ve deli
Tanrı onlara bir giyotin gönderdi
Küçük İnsanların Şehri herzaman mutlu ve deli
Küçük kızın zihninde herzaman yaşamaya devam etti""