17 Ocak 2010 Pazar

Kızıl Saçlı Perinin Gerçek Hikayesi part.1


Bir yerden başlayıp anlatmam gereken bir hikâye var. Sisli ovanın ardında, puslu dağların arasında kimsenin yıllardır ayak basmadığı büyülü bir orman vardı. Bu ormanda eskiden tüm orman ruhları ve periler yaşarken şimdi sadece kurumuş ağaçlar, korkunç yaratıklar ve ölümün soluk renkleri içerisinde bir tek kızıl saçlı küçük orman perisi yaşamaktaydı. Periler orman ruhlarıyla birlikte ormanın içindeki yaşayan her canlıya yaşam enerjisi verir ve onları korurlardı ancak bu ormanda nefes alan son yaşam kırıntılarına sahip kızıl saçlı perinin yalnızlıktan yaşam özü o kadar tükenmişti ki bırakın bir tomurcuğu filizlendirecek gücü bulmayı kendi yaşamını devam ettirecek gücü bulamıyordu. Diğer yandan ağaçlar perilerin ve orman ruhlarının şarkılarından mahrum kalarak ölmüş, orman ruhlarının karanlık tarafları onları yutmuş ve çok az sayıda yaşamayı beceren her canlıyı canavarlaşmıştı. Bunların hepside küçük peri için büyük tehlike haline gelirken oda kendini korumak için savaşmak zorunda kalmıştı. Her geçen yıl savaşmak ve yaşamak için bir neden bulmak daha zor hale geliyordu. Her gün olduğu gibi güneş batmadan önce ormanın en büyük ve en yaşlı ağacındaki kovuğuna giderken, sessizlik onu her zamankinden daha çok rahatsız etmeye başladı. Ormanın eski hali gözünde canlanırken kuş seslerini duymaya başladı. Ağaçların yemyeşil halini gördü. Çiçeklerin kokularını aldı. Derin bir nefes çektiği o anda her şey bir anda ortadan kaybolup tekrardan hiçliğe karıştı. Peri o anda savaşmaktan vazgeçtiğine karar verdi ama bir peri kendini yok edemezdi. İçinde öyle bir öfke birikmişti ki dayanamadı ve çığlık atmaya başladı tam o anda perinin öfkesiyle bir fırtına patlak verdi. Küçük peri susup bir süre gökyüzüne baktı, korunaklı evine doğru koşması gerekirken birden tam ters yöne koşmaya başladı. Çürümüş otların, dalların üstüne basarak çamura batıp çıkarak, yaratıkların homurdanmalarına doğru koşuyordu. Küçük peri ağlıyordu o ağladıkça ormanda ağlıyor, yağmur damlalarının ağırlıyla ölü olan her şey toza dönüşüyordu.

Yolunu kaybetmiş genç bir gezgin, puslu dağların ardındaki Seyyahların Şehrine ulaşmaya çalışırken, Sisli ovada yolunu kaybetmiş ve büyülü ormana doğru sürüklemişti. Yıllardır ilk defa bir canlının ayak basmasıyla açlıktan guruldayan bir mide gibi homurdanmaya başlayan orman, fırtınanın başlamasıyla gezginin ormanın derinliklerine doğru sürüklüyordu.

Kızıl saçlı orman perisi artık koşmuyordu ama içindeki yok olma hissi onu Puslu dağların başlangıcındaki mağaraların olduğu vadiye doğru sürüklemişti. Yağmur damlaları onun gözyaşları gibi durmaksızın devam ederken bu mağaralarda yaşayan Yalg denen canavara gittikçe yaklaştığını fark edemiyordu. Yalg bir zamanlar mağaraların içindeki yeraltı sularında yaşayan ve bu suları temizliğini sağlayan bir orman ruhuyken şimdi bir görevi olmayan, karanlığın ormana saçtığı parçalarından başka yetişen hiç bir şey kalmadığı için açlığın ve gölgelerin derinliklerinde ruhu kadar gözleri de körelmiş bir canavara dönüşmüştü. Her şeye o kadar açtı ki durdurulamaz bir delilik içinde büyüyordu.. Körleşen gözleri yerine diğer duyuları gelişmişti ve şimdi başlayan fırtına tüm kokuları ve sesleri saklarken, damlaların yarattığı titreşimler ona yeni bir görü sağlıyordu. Bu yüzde toprağın üstünde hareket eden zayıf ayakların titreşimini duyabilmişti.

Genç Gezgin onu uyarmalarına rağmen Sisli Ovadan geçmeye karar vermiş ama yılın bu zamanı sis ovanın ilerleyen kısımlarında iyice yoğunlaştığı için yön duygusunu yitirmiş ve kaybolmuş. Sis bir ormana yaklaştığında azalmaya başlamış ama aniden kopan fırtına işini hiç kolaylaştırmamıştı. Çok üşümüş ve yorulmuştu, geceyi geçirecek bir yer ararken ufukta gördüğü dağlara doğru ilerlemeye karar vermiş, kuru bir sığınak aramaya başlamıştı. Yağmur azalacağına şiddetini arttırmıştı. Dağlara yaklaştığında etrafı mağaralarla çevrili bir vadide olduğunu anlayarak kendine uygun bir yer aramaya koyuldu. Uygun küçük ve kuru bir mağara bulduktan sonra etrafı biraz kolaçan etmeye karar verdi. Etrafta yaşayan hiçbir canlı olmaması ve bildiği hiçbir orman gibi olmaması onu çok tedirgin ediyordu. Birkaç kuru dal bulma umuduyla yürürken sürekli devam eden gök gürültülerinin arasında bir kadın çığlığı duyduğunu sanarak etrafına bakındı. Gezgin sonra ormanın garipliği ve yorgunluğu yüzünden hayal görmeye başladığını düşünüp bakınmaya devam etti. O sırada çığlığı tekrar duydu. Bu sefer doğru duyduğuna emindi. Kılıcının olduğu yere elini koyarak tedbirli bir şekilde sese doğru koşmaya başladı. Küçük bir kaya yığınına yaklaştığında bir hayvanın böğürtüsünü ve çatırdayan ağaç parçalarını da duymaya başladı. Yığının ardında baktığında üstü başı çamurla kaplanmış, eski ve vücudun her yerini kapamayan yırtık kıyafetler içinde elinde küçük bir bıçakla kendinden en az 10 kat daha büyük, balçıkla kaplı, kocaman bir ağızdan ibaret olan bir kütleye karşı koymaya çalışan küçük kızı gördü.

Gezgin küçük kızın tek başına hiç şansı olmadığını anladığı an yağmurdan zarar görmesin diye yedek pelerinine sardığı kılıcı hızla kınından çekerek, kayaların üstünde atladı. Altında küçük kaya parçaları akarken o hızla aşağı doğru kaymaya başladı. O sırada Yalg vücuduyla bir hamle yaptığı da bir ağacı Kızıl Saçlı Perinin üzerine doğru yıkmayı başardı. Küçük peri yana kaçmak için çok geç kalmıştı. Bu sırada Gezgin yetişerek periyi kenara itip, yaratıkla aralarına girdi. Kılıcını hiç düşünmeden Yalgın gövdesine doğru salladı. Kılıç sanki bir çamura saplanmış gibi kolayca içinden geçerek girdi. Gezgin ilk şaşkınlığın ardından bir kaç kez daha kılıcını yaratığın gövdesinin çeşitli yerlerine indirse de yaratık bundan hiç ilgilenmemiş gibi saldırmaya devam etti. Bu sırada periyi ittiği tarafa baktığında Kızıl saçlı perinin yerde baygın halde yattığını gördü. Ağaçtan kurtulmuş olsa da sanırım kafasını çarpmıştı. Yalg hedefini değiştirerek tüm dikkatini Gezgine çevirdiği için kızın yanına da ulaşamıyordu. Yalgın cüssenin büyüklüğüne bakarak ormanın içinde avantajı olabileceğini düşündü. Onu ormanın içine çekmeye başladı. Bir zamanlar dört ayak üzerinde yürüyebilen hatta metrelerce yukarı sıçrayabilen Yalg şimdi çamurdan bir sümüklü böcek gibiydi ve ağaçlar onu oldukça yavaşlatıyordu. Bu av sandığından daha zor bir hale gelse de peşini bırakamayacak kadar çok açtı.

Kırmızı saçlı orman perisi Yalg ve gezgin uzaklaşırken gözlerini açtı. Başı çok ağrıyordu ve net göremiyordu. Yağmur hala devam ediyordu ve artık tamamen karanlık çökmüştü. Arada bir çakan şimşekler haricinde ormanda tamamen karanlıktı. Her şey bir rüya gibiydi ama kafasındaki bulutlar dağılırken olanları hatırlamaya başladı. Yalgı ve onu iten insanı. En azından bir insan olduğuna inanıyordu. Doksan yıllık hayatı boyunca hiç insan görmemişti. Ama diğer perilerinde etrafında olduğu on yıllık zaman dilimi içerisinde insanlarla ilgili bir şeyler duymuştu. Etrafına bakındı karanlık onun görüşünü etkilemiyordu ama ne Yalg ne de insan etrafta değildi, izleri takip etmeliydi. Ayağa kalmaya çalıştı başı döndü. Kafasını tuttuğunda şakağından doğru akan sıcak şeyi hissetti. Devam etmesi gerekiyordu en azından onu kurtarmaya çalışan adamı bulmalıydı. Tek başına Yalga karşı şansı yoktu.

Genç Gezgin hızla ağaçların arasında ilerliyor Yalg da önüne çıkan her şeyi yıkarak geliyordu. Gezgin kadar hızlı değildi ama peşini bırakacak gibi de değildi. Gezgin bu ormanı bilmiyordu, bu ormanı kimsenin bildiğini sanmıyordu aslında. Hayatında ne böyle bir yaratık görmüş neden bahsedildiğini duymuştu. Üstelik yirmi beş yıllık hayatına rağmen kimsenin gidemediği yerlere gitmiş, bir sürü hikâye dinlemişti. Karanlıkta şimşeklerin aydınlattığı kadarıyla görerek ilerliyordu. Zaman kazanmalıydı. Şimşekler ağaçların biraz ilerde daha da sıklaştığını gösterdi. O tarafa doğru gittiğinde ormanın bitki örtüsü aniden değişti. Ölü dev ağaçlardan, ölü cılız ama sık ağaçlara dönüştü. Sanki burası hastalıklı gibiydi. Toprak bir sünger gibi yumuşaktı ama dağılmıyordu. Ağaçlar o kadar parlak bir yeşildi ki doğal durmuyorlardı ve gövdeleri boyunca hiç dal yoktu metrelerce sonra yapraksız kirpi oku gibi dallar uzanıyor ve gökyüzünü kaplayacak şekilde birbirlerine giriyorlardı. Üstelik gittikçe sıklaşmaya başlıyorlardı. En sonunda sadece gezginin geçebileceği kadar boşluk kaldı. Arkasına baktı Yaratık yavaşlamıştı ve mesafeleri artsa da ama oda eskisi kadar hızlı gidemiyordu. Yaratıkla kısa süren boğuşması sırasında görebildiği kadarıyla gözleri ya da kulakları yoktu. Olsalar bile o çamur yığının altında olmalıydılar. Gezgin tekrardan kafasında o anı yaşadı ve yaratığın tamamen kör olduğunu anladı. Büyük ihtimalle ya onu duyuyor ya da hareketlerini hissediyordu. Çünkü yer değiştirdiği her seferde yaratık anlık süre sonra onun nerede olduğunu kestirip hamle için geç kalıyordu. Şimşekler ardı ardına sanki Gezgine bir şey göstermek için çaktılar. Gezgin ilerde ne olduğunu gördü.

Kızıl saçlı orman perisi izleri yeni orman bölgesine kadar takip etti. Burası eskiden kayalık ve kısa bitki örtüsüyle kaplı bir bölgeyken ormanın terk edilmesiyle kayalar süngerimsi, kuru olduğu nadir aylarda üstüne basıldığında yeşil bir toz püskürten toprağa ve tozla aynı renkte ağaçlara sahip bir alana dönüşmüştü. Küçük peri Gezgin için şans diledi. Çünkü buranın sonunda Sessizliğin Uçurumu vardı, ya onu kurtarmaya çalışan o adam çevresindeki tüm sesi emen o çukura düşecek ya da onu fark ederek kör Yalgdan kullanmak için kullanacaktı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder