7 Ocak 2009 Çarşamba
FIÇIKKKK!!
Bebekken ilk hatırladığım anı; sabah uyandığımda gözüme giren güneş ışığı ve yeni gübrelenmiş toprak kokusuydu. Boyum uzamaya başladıkça yanımda yükselen kardeşlerimi daha çok görebilir olmuştum. Çiftçiler her gün bizle itinayla ilgilenirken, dallanıp budaklanmaya başlamıştık. İlk önce sevimsiz soluk bir yeşildik, aynı sapı paylaştığım kardeşimden görerek kendiminde böyle olduğunu tahmin ediyordum. Daha çok güneş alan taraftaki büyüklerin dediğine göre zamanla kızaracaktık. Zaman ilerledi, toprağımız hiç bir zaman kuru, güneşimiz hiç bir zaman az olmadı. Biz gittikçe boy attık, genişledik, kızardık. Artık sabahları gözlerimi açtığımda mis gibi bir domates kokusu yayılıyordu. Bir gün çiftçiler kalabalık gruplar halinde geldiler. Herkesde bir heyecan bir panik havası başladı. İlerdeki gruplardan çığlıklar yükselmeye başlamıştı. Ben ve kardeşim olanalara bir anlam veremedik. Sesler ve çiftçiler yaklaştıkça diğer domateslerinde şöyle bağırdığını duyduk: “koparıyorlar”. Şok olmuştum koparılıyoruz, tüm domatesler bunun son olduğuna inanıyorlardı. Belkide bir sondu ama herşeyin bir sonu ve başlangıcı vardır değil mi? Toprağa bağlı hayatımızın sonuydu bu sadece. Çiftçilerden biri ben ve kardeşimi koparıp bir kasaya koydu. İçinde bulunduğumuz kasa ve diğerleri o gece bir kamyonetin arkasında yola çıktık. Yollar çok bozuktu. İlk yolculukta bir çok arkadaşımızı kaybettik. Tümseklerde birer ikişer kasadan fırlayan akrabalarım, çığlıklarla kamyonun arkasında kayboluyorlardı. Bir yandan korkuyordum, belki benimde sonum yakındı ama içimde yinede anlam veremediğim maceracı bir duygu yolculukta karşılacaklarım konusunda heyecanlanmama neden oluyordu. Sabah olduğunda kamyon mola vermişti. Komyon şöforü gelip kasaları kontrol etti. Bizim kasanın üzredinde durup, hemen arka sıramdaki bir kaç kardeşimi yoklayıp, çaprazımda duran oldukça parlak kırmızı renkte sert ve sulu kardeşimi seçip, eline aldı. Yavaşça azına götürdü ve “Harrttt!”. Bu beni korkutmaya yetmişti. Yedi kardeşimi yedi. Bundan pişmanlık falan duymadan hatta “Hımmm” sesleri çıkartıp, keyif alarak yedi. O anda her şeyi anladım hepimizin sonu buna benzer olacaktı. Bu sonu kaldıramazdı. Kasadan düşebilir hiçliğe karışabilirdim ama sonumun yenilmek olmasını istemiyordum bu yüzden kaçmaya karar verdim. Ertesi sabah kamyon, havası daha pis, insanlanlarla dolu bir yola girdi ve daha yavaş ilerlemeye başladık. Çok sık ,kısa sürelerle durup, tekrar devam ediyorduk. Bu fırsattan istifade kaçma planımı hazırladım ama fazla vakit yoktu yanımdaki kardeşime hemen planı anlattım ve oda benimle gelmeye karar verdi. Kamyon durdu. Tüm gücümüzü kendimizi yuvalamaya harcadık ve kasadan düşmeyi başardık. Bu düşüşte hız aldığımız için Kamyonun altında oluşan deliğe kadar yuvarlanıp ordan sert ve soğuk bir zemine indik. Bir kaç çürük dışında hiç bir şeyimiz yoktu. Biz düşer düşmez kamyon çalıştı ve arkasında pis bir duman bırakarak uzaklaştı. Artık özgürdüm ama yuvarlanmaya devam etmemiz gerekiyordu. Yolun karşı tarafına geçmeye karar verdik ve kalan gücümüzle yuvarlanmaya başladık. Kardeşim çok yorulduğunu, arka tarafında kötü bir çürük olduğunu ve her an suyunun sızabileceğini söledi. Bende kısa bir süre durabilkeceğimizi söledim. Tam o sırada. Bir gürültü duyuldu. Bir düdük sesiydi uzaktan geliyordu. O tarafa baktığımda önce siyah bir duman ardından bir baca sonra tırın diğer parçaları göründü. Kardeşim hala hiç bir şeyin farkında değil soluklanıyordu. Ona dönüp “Tır geliyor” dedim. Sonraki olaylar şu diyaloglarla gelişti:
Domates1:” Tır geliyor”
FIÇIKKKK!!
Dometes2: “Hani nerde?”
FIÇIKKKK!!
Bazen bir domatesin hayatı çok zor olabiliyor.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
ellerine, aklına sağlık domatesim benim.
YanıtlaSil