E: Beni bir kere dinleyecek misin? Kulağınla değil ama gerçekten ne hissettiğimi anlamak için beyninle dinlemen gerekiyor.
S: Ben seni hep dinledim. Şu dünya üstünde senin kadar şizoid bir karıyı benim kadar iyi anlayabilen biri daha var mıdır acaba. O yüzden şimdi sorun çıkartacak yer arama. Konuşmaya başlamak istiyorsan da direk başla.
E: Beklide beni en iyi anlayan sensin ama sen gerçek beni görmüyorsun. Sevdiğin için, beni olduğum gibi kabul ettiğin için iyi biri gibi görüyorsun.
S: Al işte yine başladın. Sen ne kötü ne iğrenç nede aciz birisin her ne kadar kendini öyle görsen de değilsin. Hem ben seni sevdiğim için olduğun gibi kabul etmiyorum. Senin ne olduğunu gördüğüm için seviyorum.
E: …….Ya gidip gelmelerim. Dengesizliklerim, bir an seni üzmekten ölesiye korkarken bir an canını yakmak isteyişim. En sonunda ikimizde yıpranıp, sevgimizle boğacağız.
S: He ben çok mu normalim. Ne zaman gelip ne zaman gideceğini biliyorum, neden kendini çekip beni ittiğini de. Bazen çırpınmaktan ne kadar yorulsan da ikimizi de çekip çıkaracak gücü bulacağını da biliyorum. Sadece benimde senin kadar ince bir çizginin üstünde yürüyebileceğimi bilmeni istiyorum.
E: Biliyorum sadece sen “geçmiş” gibi davranıyorsun. Olmuş bitmişler gibi. Trapezin üstündeyken beni tutacağına emin olamadığım gibi. Güven hissini sevgiden daha sık hatırlatman gerekiyor. Sevgiyi her zaman hatırlarım ama arkamda olduğun hissi sıcak asfalta tükürmek gibidir. Sen tam ben aslanın azına girmek üzereyken hey buradayım elimden tut diyorsun. Bazen çok geç olabilir.
S: Özür dilerim. Ben fiziki yakındalıkla bazen bunun yeterli olabileceğini sandım sadece.
E: Birbirimizi anlamak, birbirimizi sevmek, güvenmek sonsuza kadar yetecek mi?
S: Konudan konuya atlamaya başladın. Uykun mu geldi?
E: Her şeyin sonu olduğunu bile bile yaşıyoruz. Bir gün elin kayacak ve beni tutamayacaksın, ya da aslanın azına düşen sen olacaksın.
S: Hiç kimse bir diğerini bırakmaktan vazgeçmese bir şey olmaz.
E: Kimse zaten vazgeçmez sadece tutmaya devam etmek eskisi gibi güzel hissettirmemeye başlar.
S: Düşündüğüm şey yapmıyorsun değil mi? Kafanda bırakmayı kurmuyorsun?
E: Saçmalama. Bu güzel gecede yanımda beni gerçekten anlayan erkekle birlikteyim. Bazen her gece burada bu köprünün altıdan akan su olmak istiyorum, düşündüğüm için ,“geçmiş” çok ağır geldiği için akıp gidemiyorum.
S: Senin sorunun hep bu oldu çok düşündün. Bazı şeyleri bir anda yapmak lazım.
E: Doğruyu söylüyorsun. Seni gerçekten bırakamayacak kadar çok seviyorum.
……………….
S: Ne düşünüyorsun?
E: Tahmin et…
S: Gün doğumunu bekliyorsun. Güneşle birlikte yeni bir sabaha başlarken tüm melankolini geride bırakıp huzur bulmayı bekliyorsun. Birazdan oturduğun taşla birlikte sende ısınacaksın ve her gün olduğun gibi ilk önce ayaklarını köprüden aşağı sallandırmaya başlayacaksın. Sonra bacaklarının arasından yavaşça eğilip suyun sütündeki ışınların balıklara benzediğini söyleyeceksin.
E: Tam olarak değil. Huzuru başka bir şekilde bulmayı planlıyorum. Hani sana bırakamayacak kadar çok seviyorum dedim ama bazen de senin canını acıtmak istediğimi söyledim. Bırakmama izin vermediğin zamanlarda senden nefret ediyorum.
S: Dengesizliğin bu işte iki dakika önce bana sarılıyordun. Az önce kafanda kurduğun için beni şimdi itiyorsun.
E: Beni madem bu kadar iyi tanıyorsun, beni bu kadar iyi biliyorsun, peki söyle o zaman bu gün güneşin doğuşunu neden beklemeyeceğim. He söyle hadi, bilmiyorsun hiçbir zamanda bilmeyeceksin. Düşünmeyi bırak dedin değil mi birazdan bırakacağım m ne olacak biliyor musun?
S: Sakin ol. Bağırmayı kes. Lütfen sakin olda konuşarak halledebilelim
E: Kapa çeneni ve bana bir kere olsun laf yetiştirmeye çalışmadan dinle. Asıl sen Sus.
……………………………………
S: Sakinleştin mi?
E: Hayır düşünmeyi bıraktım?
S: Seni Seviyorum.
E: Biliyorum o yüzden yapabiliyorsan elimi yakala?
S: HAAAAYIIIIRR!
18 Eylül 2009 Cuma
28 Mart 2009 Cumartesi
Her gün HEPSİ
Sabah kalktığında küçük bir kadındı. Yeni küçülmüştü az önce gün doğmuş ve o küçülmüştü. Etrafındaki her şey kocamandı. Yumuşatıcı kokan çarşafların arasından kocaman iki kişilik yatağın ortasında kendisine doğru gülümseyerek gelen sevgilisinin yanında küçücüktü. Sevgilisi onu öperken o daha da küçüldü, yalnıza doğru sürüklendi. Birkaç küçük kaçak gülümseme bahşetti sevgilisine. Sevgilisi ona dokunurken, birinin tenini kendi tenine dokunuşunu hissederken küçük bir kadın ancak kendi yalnız hissedebilirdi. İçine sevgiyle giren sıcaklığı hissetti ama o sıcaklık karşında buz gibiydi, içinde bir şeyler yanlıştı, içinde hep yalnız bir kadındı, küçük kadınları kalpleri çok büyük olduğu için açılan kara delikleri hiçbir şey dolduramazdı. Sevgilisi boynunu öperek onu tahrik etmeye çalışırken, o kendi yalnızlığı içinde ağlıyordu.
Kahvaltıyı hazırlarken ilgiye aç bir kadındı. Kocasının bir gülümsemesi, bir dokunuşu için her sabah kalkıp gömleğini ütüler, kravatını hazırlar, çocukları uyandırır, kahvaltıyı hazırlar masaya hep en az iki çeşit reçel koyar, gazetesini hazır ederdi. Karşılığında sadece iyi günler lafını elde ederdi oda kapıdan çıkarken. Kocası yoğun bir adamdı sevgiye bile zaman ayıracak vakti yoktu. Çocukları kapıdan yolladı. Kocası sofraya oturdu. İlgiye aç kadın karanlıkta ışığa doğru giden sinekler gibidir. Tek farkı o ışığın bedelini bilir. Oda ışığa gitmek istedi. Kocasına sordu “beni seviyor musun?”, kocası gazetenin sayfasını çevirdi. İlgiye aç kadın sordu “ benimle şimdi hemen masanın üstünde sevişir misin?”, kocası boş çay bardağını uzattı. İlgiye aç kadın çayı doldurup ona uzattı. Kocasının arkasının dönük olduğu kapıdan dışarı çıktı. Kocası gazeteyi çevirdi, çayından bir yudum aldı. Gazeteyi katladı masaya koydu ayağa kalkıp “iyi günler” dedi. İlgisiz kadın ışığa gidebilmek için en kolay yolu seçip, kapının eşiğinde azına dayadığı silahıyla, sessiz gözyaşları salyasına karışırken kocası sadece gitti. Kapının kapanma sesiyle kadın silahı çekti ama ilgisiz kadının kafasında silah sesi değil sadece sineğin ışığa değdiğinde yanarken çıkardığı cızırtıyı duydu.
Öğlen yemeğine doğru boş masada aşık bir kadın oturuyordu. O masada asla öğlen yemeği yenmeyecekte olsa o onu hep orda bekledi. Sigarasını içerken elleri titriyordu. Dünyada iki şeye bağımlıydı; uyuşturucu bağımlısı sevgilisine ve uyuşturucuya. Aşık kadın bir şeyi severse, onun her şeyini sever. Zamanı gelmişti ikinci aşkından bir doz almalıydı ama onun için ilk aşkı gelmeliydi. Aşka bağımlı kadın kapının tıkırtısını duydu. Sevilisi içeri bir hışımla girdi. Sinirliydi, küfrediyordu. Aşık kadın sorunca, cevabı yüzüne gelen bir tokat oldu. Tokatları ardı arkası kesilmedi. Sevgili bağırıp duruyordu, onun suçuydu iki kişiye yetecek uyuşturucu parası yoktu. Aşık kadın iki aşığının birlikte kaçmaya karar vereceğini nasıl bilebilirdi ki. Artık ona gerek yoktu. Aşka aşık kadın sadece gözündeki morluğu, damarlarındaki zehri, içine çektiği sigara dumanını hissetti.
Hava kararırken o hepsiydi. Küçüktü, yalnızdı, yaralıydı, aşıktı, bağımlıydı, sevmeliydi sevilmeliydi, özgür olmalı, korunmalı, kollanmalıydı. Güneş batarken o köprünün üstünde durmuş denizi izlerken ertesi sabaha bir kadın olarak doğmalıydı hepsi olmalıydı.
17 Şubat 2009 Salı
Netlik Problemi
Gözlerimi kapıyorum, seni hayal ediyorum. Görüntü başlarda flu iken yavaş yavaş netleşiyor. Sadece ilk gece, ilk bakış, ilk sıcaklık, ilk hayaller çok net sonra her şey yine bulanıklaşıyor, kaybediyorum seni. Kaybettiğim tüm diğer şeyler gibi. Çocukken kaybettiğim şeylerin hepsi yatağımın altından çıkardı. Annem orda yatak altı canavarları olduğunu söylemişti bir keresinde. Çocukken hiç korkmadım onlardan büyüdüğümde de içimde kaybettiğim şeylerin biriktiği bir yer olduğunu keşfettim kendi canavarlarımı onlarla besledim. Gözlerimi kapıyorum, seni hayal ediyorum. Netleşen hiçbir şey yok. Doktorlar gözlerimdeki bozukluğun buna neden olduğunu söyleyebilirler ama ben hasarın daha derinde olduğunu biliyorum. İnanacak bir şeyler aradığımda sihirli bir lamba buldum. Ovdum ovdum, mantıklı olsun dedim. Ovdum ovdum, benim gibi olsun dedim. Ovdum ovdum, ben seviyim bu sefer yeter dedim. Oldu hepsi oldu ama ben her zaman kendimi ifade etmede sorunlar yaşayan biriydim yanlış anlaşıldım. Her şey bok oldu. Gözlerimi kapıyorum, seni hayal ediyorum. Seni düşünmek acı veriyor. Yoo hayır acının kaynağı sen değilsin daha derinlerde daha diplerde kendimde. Hayaller kuran, masallar anlatan küçük kızıl saçlı kız olmadığımı unuttuğum her anın acısı. Gökten asla üç elma düşmez düşse de beni bulmaz, kimse dileklerimi gerçekleştirmez, hiçbir insan başka biri için korsanlarla dövüşmez. İnandıkları uğruna hayatını riske atıp, goblinlerle dolu mahzene inmez. Ben sadece bunuda yatağımın altına düşürmüşüm bir süreliğine kaybetmişim. Gözlerimi kapatıyorum, seni hayal ediyorum. Bana hatırlattıkların için teşekkür ediyorum. Daha geç olmadan görebildiğim için teşekkürler, bir gün her şeyin biteceğini bilerek yaşadığımı hissettirdiğin için. Dorothy’nin kırmızı ayakkabılarının rugandan yapıldığını her seferinde ayaklarımın nasıl yara olduğunu hatırlattığın için. Beni ben olarak sevebilmenin zor olduğunu, benim birini sevmemin ondan kat kat zor olduğunu hatırlattığın için, hepsi için teşekkürler. Kinaye ya da laf cambazlığı yok açık ve net, millerce öteden karanın ufuk çizgisinde görülebileceği kadar net. Diyafram ayalarımla oynanması yeterli oldu. Gözlerimi kapıyorum, seni hayal ediyorum. Uzun cümleler yazmamın, sürekli virgüller koymamın, cümlelerimi bir birine bağlamak için kıvranmamın tek nedeni nokta(.)lardan nefret etmemdi. Her zaman noktaya gelirsin kaçış yoktur. Ben bunu unutmuştum, biraz kustum, biraz yazdım, yazdıklarımla kustum belki ama bu yazının sonuna nokta koymayı beceremedim…
28 Ocak 2009 Çarşamba
Evet Sayın Seyirciler....
Bazı günler hiç bir şey yokken birden insanı bir sıkıntı bulutu kaplar. Küçük bir şey moralini bozmaya yeter. Bütün gün boyunca o sıkıntı gitmez. Yaptığın makyajın, yediğin çikolatanın sana bir faydası olmaz. Kurtulamassın. Dışarı atmanın yolunu ararsın. Sıkıntı bedene bir kere girdimi yer eder. Sen hangi çıkışı kullanacağını bilmeden onu zorlarsın, ve genelde gözyaşı olarak dışarı atılır. Gözyaşı oluşturmak bazı insanlar için zor bir işlemdir. İnsaların bir kısmı bu yetenekle doğarken bazılarına ise kırıntısı bile verilmemiştir. Bu yeteneksiz, ağlamaktan yoksun insanlar genelde şiddet yada cinsellik oluyla boşalma yaşarlar. Genelde ağlayan bir tip olmamanıza rağmen ufak bir yeteneğiniz varsa ve içinizde sıkıntıdan 8. Kattan atlamanızı söleyen sesle sürekli mücadele içindeyseniz, beyniniz otomatik olarak kurtarıcı modunu çalıştıracaktır. Bu “kurtarıcı”, beyninizdeki tüm alt kısımlara ittiğiniz paranoya ve korkuları bir anda su yüzüne atarak bunları kısa film senaryoları mantığında görüntülere dökmeye yarar. Bunlar büyük ihtimalle ya sizi ağlatacak ya da çok diplerdekiler araya karıştığı için sizin 8. Kattan aşağı atlamanıza neden olacaktır. Ama hem paniğekapılmayın ikinci seçeneğin olma ihtimali düşük olsa da vardır. Şimdi su üstüne çıkarabileceğimiz konulardan bahsedelim. Önceden paketler haline getirip bilinç altına atma yöntemi daha iyi sonuç verecektir. Örneğin; “ Bir gün benden sıkılıp beni terkedecek, ne yapsın benim gibi nevrotik karıyı” adlı paket paranoyayı bilinç altına ( çok derin olmayacak bir yere ) yerleştiriyoruz. Çok spesifik bir örnek oldu ama en can yakmayan türden örneklerdendir. Tabi eğer sürekli ilişkiniz hakkında paranoyolara sahip bir insansanız bunu kullanmaznı pek önerilmez. Hemen sonra da acil durumda kolu çekin adlı paketide yanına iliştiriyoruz. Bu çok önemli böylece diğerlerinden ayrılmış olucak. Acil durum anının yaklaştığını hissetiğinizde kolu çekip mekanizmayı devreye geçiriyorsunuz. Bu kadar...Ama bir tehlike söz konusu. Gerçekten nevrotik olduğunuza inanan bir bilinç altı düşünceye sahipseniz Mekanizma daha aşalarda bulunan paketleri savurmaya başlayacaktır. Alttaki paketlerin şunlar olmaları durumunda; “ Bu mutluluğu hak etmiyorum?”, “ Ya bir sabah kalktığında artık beni sevmediğini düşünürse”, “Hayatım boyunca düzgün bir ilişkim asla olmayacak”, “ Bu kadar güçlü görünmek çok yorucu”, “ Maskenin aldındaki mi benim yoksa bu maske mi artık ben?” gibi güçlü paketler söz konusu ise zincirleme reaksiyon yaratacaktır. Bazı alışkın olmayan bünyelerde sinir krizi olarak dışa vurulma ihtimali çok yüksektir. Bu teoriyi denemeden önce sakinleştirici hap bulundurmanızı öneriyoruz. Alkol kullanmnızı tavsiye edebilirdik ama yakın zamanda bazı denekler üstünde olumsuz sonuçlar elde ettik. İlişkisel durumunuz hakkındaki bu paketler büyük ihtimalle kendinizle ilgili problemli düşüncelerin bilinç altında yarattığı kara delikten kaçmak için yukarılarda tutulurlar. Ama eğer bir ilişkiniz yoksa devreye çevresel paketler girer. Bu paketleri iki gruba ayrılır ailesel ve arkadaşsal. Ailesel paketlerde sık görülenler; “ Bazen tek istediğim sadece beni sevdiğini göstermesi”, “ Bana bir daha elini kaldırırsa tornavidayı anlının ortasına sokucam”, “ Üstüme gelmeyin artık beni rahat bırakın”. Arkdaşsal paketlerde sık görülenler; “ O hayatımın bir parçası ama bana zarar veren tarafları ağır basan bir parça”, “ Dibe batarken benide çekmeyi bırak biraz hava almak istiyorum”, “Eski erkek arkadaşınla seviştiğim için pişmanım lütfen artık yüzüme vurma” gibi olacaktır. Her detayı bilginize sunmaya özen gösteriyoruz çünkü bu uygulama sonucu psikolojik zarar söz konusudur. Ağlayamayan ve hiç yeteneğe sahip bir insan değilseniz agresifleşebilirsiniz ama genel olarak görülen sonuç sado- mazo sex olacaktır. Bu ağlamak kadar rahatlatıcı bir boşalma deneyimi olarak da tanımlanabilir. Eğer hiç bir şekilde boşaltımda bulunamassanız ve 8. Kattan atlama gibi bir şansınız yada cesaretiniz yoksa içten içe sizi yiyerek beslenecek nur topu gibi bir sıkıntı asalağınız olacaktır. Bu asalak büyüdükçe sizin en kötü en hassaz noktalarınız bilen ve size saldırarak direncinizi yıkmaya çalışan bir canavara dönüşecek. En dibe attığınız yaralarınızın yanına santral kurup sondaj çalışmalarına başlayacak o yarayı elinden geldiğince büyütmek için uğraşacaktır. Zamanında müdahale edilemeyen hastalarda panik atak, manik-depresif, hatta şizofreni daha ilerleyen vakkalarda katotonik şizofreni ( dış dünyaya kendini kapatmış, bir tür bitkisel yaşam) ye dönüşecektir. Eğer şu anda kendinizde bu tür bir sıkıntı yumağı hissediyorsanız ve elinizde hiç hazır paket de yoksa en yakın 3 ve 3. Kat üstü yükseklikten aşağı atlamanızı, bir kutu valium yutmanızı yada babanızın kravatıyla kendinizi asmanınızı öneriyoruz. Şaka şaka Ama son çare olarak tabi bunları deneyebilirsiniz. Acil durumlarda psikolojik destek her şekilde sağlanır programımzıın sonuna geldik. Bir sonraki yayında “içimizdeki çocuk tecavüzcüsünü nasıl dururuz” bunu konuşucaz sakın kaçırmayın.
18 Ocak 2009 Pazar
Kuyruğum, Kuyruksun, Kuyruk
Her sabah uyandığımda ayağım bir taşa takılmışta düşmüşüm gibi hissediyordum. Sanki tüm o düşüş anını yaşamış, hiç bir yapamayacağımı anlamış ve vücudum hangi parçası üstüne düşüceğime karar vermişim gibi. Ve hep göğsümün üstüne düşüyorum, nefesim kesliyor. Ellerim acıycak diye korkup göğsümü ortaya koyuyorum ne büyük aptallık. Sonra kafamı çeviriyorum onu görüyorum bir dahaki düşüşte ellerimi kullanmam için bir sebep veriyor. Homoerektustan itibaren yani eller serbest kaldığından beri elleri birşeyler için kullanıyoruz. Yemek yemek, bişileri tutmak, duygularımızı aktarmak, birine dokunmak hissettmek, biri öldürmek, bir şeyleri çalmak. Çok amaçlı yaratılmış uzuvlar. Uzuvlar evet.Peki ya evrimleşme sırasında ek bir uzuv olarak kuyruğumuz olsaydı. Bilğiniz kuyruk ya işte, maymunlarınki gibi; tırmanmak bir şeyleri tutmak, karşı cinsi etkilemek için kullanılan. Şöle düşünelim bir sabah kalkıyorum aynanın önünden geçerken onu görüyorum. Kıçımda, kıçımda demiyim tam olarak kuyruk sokumumun hemen üstünde yaklaşık bir buçuk metre civarında saçlarımla uyumlu olsun diye kırmızı röfleler attırmışım üstüne. Sokağa çıkıyorum herkesin bir tane var . Emo bir hatun geçiyor yanımdan kuyruğunda piercing var. Yaşlı bir amca geçiyor aklar düşmüş kuyruğuna.Yaşlı kokoş teyzeler kuaförden çıkıyorlar. Saçlarıyla birlikte kuyruklarınıda yaptırmışlar belli. İki sevgili kuyruk kuyruğa yürüyorlar caddede. Trafik durmuş bir minübüs şöförü elinde levyeyele bağırıyor, suratı kıpkırmızı olmuş kuyruğu hızlı ve ritmik sallanıyor. Meydandaki heykellerin bir elinde tüfek arkalarında kuyrukları sallanıyor. Yürümeye devam ettikçe kuyruklu doğal manzaralar. Sonra uzaktan bir kuyruk çarpıyor gözüme. Parlak kısa tüyleri var. Sonra sahibini görüyorum. Hoş bir çocuk bana doğru geliyor. Ona bakmıyormuş gibi yapıyorum. Kuyruğu titretiyor benim yanımda geçerken, çapkın bakışlar atarak. Kuyruğumu çaktırmadan kıvırıyorum. Umrumda değilsin gibisinden nazlı nazlı yürüdükten sonra hala bana bakıyormu diye baktığımda taşa takılıyorum. Düşüş anı, seçim meselesi... Ellerime karar veriyorum. Düşüyorum, ellerim sıyrıldı bu seferde,kanıyor. Gözlerim yaşarıyor acıdan, çaktırmıyorum. Kahretsin kuyrukta bir işe yaramadı. Uyanıyorum yine onu görüyorum. Acımı unutuyorum bu sefer daha kullanışlı bi uzuv keşmetmeliyim. Kuyruk çok sakıncalı dikkat dağıtıyor. Bir dakika durun ya aptallık işte yanıma niye onu almıyorum. Düşerken beni tutacağına eminim. Sabah uyandığımda hissettiğim duygu bu . Güven.Beni tutacağını bildiğim ama adını koyamadığım şey. Ellerimin bana verdiği biyolojik güven gibi, onunda bana verdiği ruhsal güven. Aptallığıma verin işte bazen rüyalarımda çok dalgın uyuyorum. Uyandığımda bunların hepsini yazmayı unutmasam iyi olur. Hatırlarım değil mi? Yok yok o varsa yanımda kesin hatırlarım...
11 Ocak 2009 Pazar
Ayna! Ayna!
7 Ocak 2009 Çarşamba
FIÇIKKKK!!
Bebekken ilk hatırladığım anı; sabah uyandığımda gözüme giren güneş ışığı ve yeni gübrelenmiş toprak kokusuydu. Boyum uzamaya başladıkça yanımda yükselen kardeşlerimi daha çok görebilir olmuştum. Çiftçiler her gün bizle itinayla ilgilenirken, dallanıp budaklanmaya başlamıştık. İlk önce sevimsiz soluk bir yeşildik, aynı sapı paylaştığım kardeşimden görerek kendiminde böyle olduğunu tahmin ediyordum. Daha çok güneş alan taraftaki büyüklerin dediğine göre zamanla kızaracaktık. Zaman ilerledi, toprağımız hiç bir zaman kuru, güneşimiz hiç bir zaman az olmadı. Biz gittikçe boy attık, genişledik, kızardık. Artık sabahları gözlerimi açtığımda mis gibi bir domates kokusu yayılıyordu. Bir gün çiftçiler kalabalık gruplar halinde geldiler. Herkesde bir heyecan bir panik havası başladı. İlerdeki gruplardan çığlıklar yükselmeye başlamıştı. Ben ve kardeşim olanalara bir anlam veremedik. Sesler ve çiftçiler yaklaştıkça diğer domateslerinde şöyle bağırdığını duyduk: “koparıyorlar”. Şok olmuştum koparılıyoruz, tüm domatesler bunun son olduğuna inanıyorlardı. Belkide bir sondu ama herşeyin bir sonu ve başlangıcı vardır değil mi? Toprağa bağlı hayatımızın sonuydu bu sadece. Çiftçilerden biri ben ve kardeşimi koparıp bir kasaya koydu. İçinde bulunduğumuz kasa ve diğerleri o gece bir kamyonetin arkasında yola çıktık. Yollar çok bozuktu. İlk yolculukta bir çok arkadaşımızı kaybettik. Tümseklerde birer ikişer kasadan fırlayan akrabalarım, çığlıklarla kamyonun arkasında kayboluyorlardı. Bir yandan korkuyordum, belki benimde sonum yakındı ama içimde yinede anlam veremediğim maceracı bir duygu yolculukta karşılacaklarım konusunda heyecanlanmama neden oluyordu. Sabah olduğunda kamyon mola vermişti. Komyon şöforü gelip kasaları kontrol etti. Bizim kasanın üzredinde durup, hemen arka sıramdaki bir kaç kardeşimi yoklayıp, çaprazımda duran oldukça parlak kırmızı renkte sert ve sulu kardeşimi seçip, eline aldı. Yavaşça azına götürdü ve “Harrttt!”. Bu beni korkutmaya yetmişti. Yedi kardeşimi yedi. Bundan pişmanlık falan duymadan hatta “Hımmm” sesleri çıkartıp, keyif alarak yedi. O anda her şeyi anladım hepimizin sonu buna benzer olacaktı. Bu sonu kaldıramazdı. Kasadan düşebilir hiçliğe karışabilirdim ama sonumun yenilmek olmasını istemiyordum bu yüzden kaçmaya karar verdim. Ertesi sabah kamyon, havası daha pis, insanlanlarla dolu bir yola girdi ve daha yavaş ilerlemeye başladık. Çok sık ,kısa sürelerle durup, tekrar devam ediyorduk. Bu fırsattan istifade kaçma planımı hazırladım ama fazla vakit yoktu yanımdaki kardeşime hemen planı anlattım ve oda benimle gelmeye karar verdi. Kamyon durdu. Tüm gücümüzü kendimizi yuvalamaya harcadık ve kasadan düşmeyi başardık. Bu düşüşte hız aldığımız için Kamyonun altında oluşan deliğe kadar yuvarlanıp ordan sert ve soğuk bir zemine indik. Bir kaç çürük dışında hiç bir şeyimiz yoktu. Biz düşer düşmez kamyon çalıştı ve arkasında pis bir duman bırakarak uzaklaştı. Artık özgürdüm ama yuvarlanmaya devam etmemiz gerekiyordu. Yolun karşı tarafına geçmeye karar verdik ve kalan gücümüzle yuvarlanmaya başladık. Kardeşim çok yorulduğunu, arka tarafında kötü bir çürük olduğunu ve her an suyunun sızabileceğini söledi. Bende kısa bir süre durabilkeceğimizi söledim. Tam o sırada. Bir gürültü duyuldu. Bir düdük sesiydi uzaktan geliyordu. O tarafa baktığımda önce siyah bir duman ardından bir baca sonra tırın diğer parçaları göründü. Kardeşim hala hiç bir şeyin farkında değil soluklanıyordu. Ona dönüp “Tır geliyor” dedim. Sonraki olaylar şu diyaloglarla gelişti:
Domates1:” Tır geliyor”
FIÇIKKKK!!
Dometes2: “Hani nerde?”
FIÇIKKKK!!
Bazen bir domatesin hayatı çok zor olabiliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)